26 Şubat 2011 Cumartesi

Dünden Bugüne Maskotlar(2): Avrupa Şampiyonası


Gepetto Usta'nın evladı ve aynı zamanda İtalya Avrupa Futbol Şampiyonası'nın maskotu Pinocchio. İlk Avrupa Futbol Şampiyonası maskotudur. Doğum Tarihi aslında 1881 ve Carlo Lorenzi'nin klasikleşmiş eseri olan Pinocchio'nun futbola giriş tarihi 1980'dir. Basit çizgilere sahip olup, çıplak olan Pinocchio'nun uzuyan burnunun renkleri İtalyan bayrağının renkleridir. Bence oldukça sevimlidir ya da ben Pinokyo'yu çocukken okumaktan hiç bıkmadığım için öyle düşünüyorum.


 İşte 1998 Footix'in zibidi dayısı Peno. 1984 Avrupa Futbol Şampiyonası Fransa'nın maskotudur. Giydiği forma zamanının Fransa milli takımı forması olup, kendisi fiziken ünlü Fransa Horozu'na göndermedir. Fransızlara "Nedir bu Fransa Horuzu takıntınız amına koyayım" diyesim geliyor, "o kadar Paris'iniz var, Eyfel'iniz var siz gidip horozdan medet umuyorsunuz amına koyayım" diyesim geliyor, ama işte diyemiyor insan. EURO 2016 da Fransa'da yapılacak bakalım horozları üç kardeş yapacaklar mı?


Karşınızda 1988 Avrupa Şampiyonası'nın maskotu Berni. Ev sahibi Batı Almanya'nın düzenlediği turnuvada maskotun ilham kaynağı Almanlar'ın ünlü beyaz dev tavşandır. Burada Berni dev tavşandan daha çok sağlam sol açık gibi çizilmiş. Bugs Bunny'e benzemesi ve zamanıın Batı Almanya formasını giydiği dikkatlerden kaçmasın.




Karşınızda 1992 İsveç Avrupa Futbol Şampiyonası maskotu The Rabbit. Bencedirek çakma ve bir Berni değil. Hep merak ettim hangi mantıkla aynı tavşanı bir daha maskot yapabildiler diye ama sanırsam o zamanlar pek ünlü bir reklam aracı değildi maskotlar. Yine de abisi Berni bir sol açıksa kendisi de pekâla kısa boylu, hızlı koşan piç forvet olabilir.




Bu sevimli aslan 1996 İngiltere Avrupa Futbol Şampiyonası'nın maskotu Goliath. 1966 model amcası Willie gibi o da ünlü İngiliz Aslan'ından esinlenmiştir. Uzaktan bir hacı amca tipi var, giydiği alt eşortman da gözlerden kaçmıyor. Forması zamanının İngiltere Milli Takımı formasıdır. Bence sevimli ve şirindir.


Belçika, Hollanda ve Lüksemburg'un hecelerinden oluşan, şeytan kaşlı, mızrak kuyruklu, hoş bakışlı,ve bayrak yeleli bu aslanın adı Benelucky. Bence yapılmış en orjinal maskot. Çünkü küçücük aslanımızda az önce saydığım kadar gönderme var ve göze batmıyor. Adı da oldukça orjinal ve yaratıcı. Adının sonundaki "Be LuckyEURO 2000'nin ev sahibi takımlarının (Hollanda-Belçika) sloganıydı.


Bu götüyle top durduran zibidinin adı Kinas. 2004 Portekiz Avrupa Futbol Şampiyonası'nın resmi maskotu olan Kinas tahmin edilebileceği gibi Portekiz forması giyiyor. Götüne gelen top ise EURO 2004'ün Final topuna göndermedir. Ellerinin pek bi kaslı oluşunu genç yaşına ve sevgilisizliğine veriyorum.
Bu iki kanka Trix ve Flix. Avusturya ve İsviçre 'de düzenlenen EURO 2008'in maskotu olan bu ikili bence oldukça yapay. Giydikleri 20 ve 08 numaralı formalar yılları ve ülkelerinin renklerini temsil ediyor. Bu maskotun bir özelliği de ilk defa seçilmiş çiftli bir maskot olması. Açıkcası oldukça yapaylar.

Yine bilgisayar, yine olmamış ve taklit denilen maskot. İşte Benelucky'nin farkı burada ortaya çıkıyor. Orada da iki ev sahibi olmasına rağmen gerçekten akıl dolu bir maskot düşünülerek parmak ısıttırmış, forma numarası gibi kolaylıklara kaçmamışlardı. Bu maskotların henüz isimleri yok. Kendileri gelecek sene Polonya ve Ukrayna'da düzenlenecek EURO 2012'nin maskotları ve formalarındaki numaraların düşünce biçimi de dahil olmak üzere çoğu özellikleri Trix ve Flix'ten esinlenme ya da çalıntı. Bunu düzenleyen şirket ise Hollywood'un ünlü yapımcısı Waner Bros.
Neyse efendim çalıntısı, çırpıntısı bizi ilgilendirmiyor. Şu iki piçi uzaktan izlemeyelim, orada bulunalım bana yeter diyerek de sosyal mesajımı veriyorum.

25 Şubat 2011 Cuma

Dünden Bugüne Maskotlar(1): Dünya Kupası

                                                    
                                               
 Karşınızda 1966 İngiltere Dünya Kupası maskotu Willie. İngiltere'nin simgesi olan aslanı temsil ediyor. Kendisi ilk Dünya Kupası maskotu olma özelliğini taşıyor. Atari oyunlarından çıkma gibi çizgileri, delikanlı bir yürüyüşü var.



 Bu sevimli çocuksa 1970 Meksika Dünya Kupası maskotu Juanito. Adını Meksika'nın ve Real Madrid'in unutulmaz efsanevi golcüsü olan Juanito'dan alır. Futbolcu Juanito'nun sonu oldukça üzücüdür; trafik kazasında vefat eder. Bugün her 7. dakika girişinde Real Madrid tribünlerinde adı zikredilir. Milli değer olarak şapka kadar önemlidir yani Meksikalılar için.


Bu civanmert dişlekler ise 1974 Almanya Dünya Kupası'nın maskotları Tip ve Tap. Juanito gibi bunların da yanakları allanmş fakat fazla kaçmış sanırım. Bence dönemin en ünlü iki Alman futbolcusundan, Franz Beckenbauer ve Gerhard Müller'den ilham alınmışlar.


Bu, küçük kardeş tipli dostumuz ise 1978 Arjantin Dünya Kupası'nın maskotu Gauchito. Kafasındaki kovboy şapkası ve formasındaki Puma amblemi ile ayakkabılarındaki klasik Puma dizaynı gözden kaçmıyor. Top sektirirken çekilmiş fotoğrafları da var. O seksi pozlar için tıklayınız.



Bu portakal kafa ise 1982 İspanya Dünya Kupası'nın maskotu Naranjito. Resmen ortasahaya koy pas alsın, pas versin tipi var. Şimdi futbolcu olsa Galatasaray'da baya iş yapar gibime geliyor. Çoraplarının sarı kırmızılığından mıdır nedir ben hep bu çocuğu Galatasaray'lı olarak hayal ettim küçükken. Şahsen en sevdiğim iki maskottan birisidir.


Bu sempatik reyiz Juanito'nun abisi, Pique. 1986 Meksika Dünya Kupası'nın maskotu olan Pique görüldüğü gibi bir biber. Justin biber, Justin biber diyenlere "alın size biber, alın size sempati amına koyim" diyerek versek ayıp etmeyiz. Açık ara en sevdiğim maskottur.

Üşüyoruz Pique Reyiz.



Bu "şey" 1990 İtalya Dünya Kupası'nın maskotu, Ciao. En anlamsızca bulduğum maskot, sadece adı manalı geliyor. İtalyanca hem merhaba hem de güle güle anlamına gemekte. İlginçsin Ciao, çözemedik hala seni. Zaten kupa da sik gibi geçmişti.



Bu kendini beğenmiş köpek 1994 Amerika Dünya Kupası'nın maskotu, Striker. Hep itici gelmiştir. Kendisi bir Loney Tunes çakmasıymış gibi duruyor. Giydiği renkler Amerika bayrağını temsil etmekte ve bence mahallenin zengin piçiymiş izlenimi veriyor.


Karşınızda enerjik horoz Footix. Ben bu horozu her zaman Ricky Martin'e benzettim. Sanırım bu benzetmemin sebebi o zamanlar Ricky Martin'in çok ünlü olması ve Dünya Kupası resmi şarkısını söylemekten ileri gelmektedir. Ya da Ricky Martin, horoza benziyordu.; tartışırım. Elindeki futbol topu Dünya Kupası'nın resmi topu olup, Adidas'a gönderme. Adı ise Asterix'e gönderme.



Bu canlılar bilgisayar üretimi ve tahmin edilebileceği gibi yüksek Japon teknolojisi ürünü. 2002 Güney Kore-Japonya Dünya Kupası'nın maskotları. İsimleri Ato, Kaz ve Nik. Bu maskot Güney Kore ve Japonya'daki McDonald's şubelerindeki oylamalarla seçilmiş. Affedersiniz ama yarrak gibilermiş. Türkiye'deki kebapçılarda yapılsaydı oylama Pique gibi bir reyiz daha kazanabilirdi futbol, kısmetsizlik olmuş.


Gördüğüm en saçma aslanı takdim edeyim size: Goleo. Elindeki topun ise bir adı var: Pille. Bana ilk gördüğümde "Bu Adamlar Nereye Bakıyor" filmini hatırlatmışlardı. Bu iki ortak 2006 Almanya Dünya Kupası'nın maskotlarıdır. Kimse kusura bakmasın ama 66 model Willie daha gerçekçi bir aslan. Bu arada Goleo'nun ismi Gol ve Leo'dan geliyor.


Bu ukala bakışlı çocuğun adı Zakumi. Kendisi bir leopar ve üzerindeki renkler Güney Afrika'nın renklerini temsil ediyor. İsmi Afrika'nın plaka kodu olan ZA ve yerel dilde leopar anlamına gelen KUMİ kelimelerinden almaktadır.

Sonuç olarak eskiden yaratılan kahramanlar gerçekten orjinallermiş ki buna Ciao da dahil. Zaman geçtikçe, bilgisayar işe karıştıkça gerçekten bu orjinallik ve güzellik ivmesi dibe vurmuş aynı oynana futbol ve şu anda içinde bulunduğumuz futbol sistemi gibi.

Eskiler çoğu zaman iyidir dostlar.

ORPHAN: Something Wrong With Esther


Korku filmleri iki sebepten dolayı izlenilmez; ya korkuyorsunuzdur ya da kormuyorsunuzdur. Korkanlara diyecek bi lafım yok ama korkmayanlar -ki nadiren korkarlar- filmlerde yüksek dozaj gerilim isterler. Bu manada Orphan ( Türkiye'deki adıyla Evdeki Yabancı) sınıfı pekala geçebiliyor. Film 2009 yılında gösterime girdi ve filmin yapımcı şirketi Dark Castle Entertainmet gittikçe kendi çıtalarını yükseltiyor. Türkçe adlarıyla bildiğimiz Lanetli Tepe, 13. Hayalet ve Hayalet Gemi adlı filmlerin de yapımcısı olan şirket bu filmle kendi çıtalarını epey yükseltmiş.

Acıma yetime döner koyar götüne temalı filmin giriş kısmında ailenin hikayesini ve annenin geçmişte bir bebek düşürdüğünü öğreniyoruz. Yaşadıklarından sonra küçük bir kız çocuğu evlat edinmeyi planlayan aile bu maksatla yetim kızlar yurduna gidiyor ve yaşıtlarına göre olgun olan Esther'i evlat ediniyorlar. Açıkcası filmin buraya kadar olan kısmı gerçekten başarılı bir kurguya yelken açtığımızı gösteriyor. Daha sonra ise Esther'in gülücüğünün sevimliliğini düşünerek iyi ya da kötü olduğunu idrak etmeye çalışıyoruz ve Esther'ı gerçekten merak etmeye başlıyoruz. İşte buradan sonra Esther'in çekmecesinden çıkan incil ile Esther'in şeytani güçlere sahip olduğunu sanıyoruz. O sırada gerçekten çok korktum. Tabi ki haçtan ya da rengi kararmış İncil'den değil, tipik bir Exorcist olması ve gözüyle insanları öldüren donuk bakışlı küçük kız olduğunu düşünmek 50 dakikalık korkutucu bir zaman kaybıydı benim için. Fakat Esther'deki yanlışlık o yönde gitmedi. Filmdeki sağır küçük kızın masumiyetini kullanan Esther kötülüğün amına koymaya başladı. Artık gülüşünün yapaylığını anlıyoruz ve film bizi içine çekmeye başlıyor. Ama bu noktadan sonra ard ardına gele klişeler filmi bayağılaştırıyor. Filmin ortası gerçekten olmamış. Tipik gerilim filmi oluveriyor. Bir anda ses yükseltip insanı korkutmaya çalışmak, gereksiz yere gerilim müziği ile adrenalin arttırmaya çalışmak,  annenin eski bir alkolik olduğunu öğrettikten sonra tekrar alkole başlamasını sağlamak, annenin Esther'i çözdükten sonra kimseye kendisini inandıramaması gibi klişeler gerçekten baya sıkıyor ve filmi sadece sonu için izlemeye başlıyorsunuz.

Sona geldiğimizde ise Esther'in gerçekte ne olduğunu öğrenmemiz şok edici oluyor. Film boyunca işlenilen ayrıntılar gerçekten güzel biçimde işlenmiş ve bir sonuca bağlanmış olması mutluluk verici fakat son sahnelerinde de boy gösteren ve filmin genelde baş belası olan klişelerin bu sefer amına koyuyorlar ve dibini görüyorlar. "Klişe ne demektir?" sorusunu öğrenmek isteyen küçük kardeşinize bu filmin son sahnelerini izlettirebilirsiniz.

Özet geçecek piç olarak şunu söylemem gerekirse; gerçekten efsane olacak bir film klişelerle harcanmış, boş yere uzatılmış. Güzel çekimlerin olduğu bazı sahnelerde insan tatmin oluyor. Esther'i oynayan kızın (Isabelle Fuhrman)  gerçekten 11 yaşında olduğunu hatırlatalım ve umut verdiğini söyleyelim.  Film boyunca "Nerden tanıyorduk abi biz bu kadını?"  sorularının muhattabı olabilecek anne rolündeki Vera Farmiga'yı Up in the Air'dan tanıyoruz. Ve bu filmde de gerçekten iyi bir performans sergiliyor. Filmin yönetmeni ise İspanyol Jaume Collet Sera'yı Unknown ve GOAL 2 filmlerinden tanıyoruz. Klişenin amına koyduğu için çektiği güzel çekim sahnelerden dolayı kendisine teşekkür borcumuz bulunmuyor.

Sonuç olarak filmi izlemeyi öneriyorum, gerileceksiniz ama sonunda klişelerden rahatsız olacaksınız. Sadece sağır küçük kız olan Maxine'nin şirinliği ve Esther'in oyunculuğu için izlenilebilir bir film.



5.5\10


---filmle ilgili bazı gerçekler, spoiler---

Esther'in kullandığı silah bir Smith & Wesson m-36 olup sadece 5 tane mermi alır. Esther 5 defa ateş ettikten sonra silah Maxine'nin eline geçiyor ve ilahi bir şekilde Maxine olmayan 6. mermiyi ateşliyor.

Rahibe anneyi aradığında Esther ve anne arasında bir araba dururken kamera kesilip tekrar sahneye geçildiğinde o araba bir anda yok oluyor.

Anne gölden çıktıktan sonra Max'i kucakladığında saçları kuruyken bir sonraki sahnede yeniden ıslak.

Ester orjinal olarak yazıldığında nazlı, platin sarısı saçları olan bir kızmış. Fakat seçilen İsabella Fuhrman buna uygun olmadığı için bu konsepti seçmişler ve kanımca iyi de yapmışlar.

Senaryo taslağında Esther banyodayken Que Sera Sera şarkısını mırıldanıyormuş. Fakat filmde ilahi mıldanıyor.

Filmdeki Saarne Enstitüsü aslında Kanada'da bulunan bir kolejmiş ve 2008 yılında çıkan bir yangınla yok olmuş.

---filmle ilgili bazı gerçekler, spoiler---



                      

19 Şubat 2011 Cumartesi

En güzel gol, boş kaleye atılan goldür.

        
Belki bir Dünya Kupası finalinde, belki bir lig maçında, belki de deplasmanda gol atmak zorunda olduğun bir Şampiyonlar Ligi çeyrek finali maçında; çok ince atılmış bir ara pasıyla, kalecinin vurduğu degaj ile ya da savunmanın yaptığı bir anlık hata ile kaleciyle karşı karşıya kalabilirsin. Öncelikle sakin olman gerekir, sonra topu iyi kontrol etmen ve pozisyona hakim olman gerekir. Golü atabilmen için kafanda planını kurmalısın ve bu kurduğun planı harfi harfine uygulamalısın. -sağ tarafa feyk atıp sola mı koşmalı, topun dibine mi girmeli, kaleciye penaltı mı yaptırmalı, plase mi bırakmalı, sert olarak köşeye mi vurmalı, pas atacak arkadaş mı aramalı- Tüm bunlar için bulunduğun konumun açısını hesaplaman gerekir. Varsa, ayaklarındaki topu etrafındaki defans oyuncularının arasından geçirmen gerekir. Hepsi topu topu iki saniye sürer. Planını düşünmen için fazlasıyla zeki uygulamak içinse yetenekli olman gerekir. Kesinlikle şansa ihtiyacın yoktur; çünkü kaleciyle karşı karşıya kaldığın zaman bu işi şansa bırakamazsın. Kaleciyi geçtikten sonra taraftarını top çizgiyi geçmeden bir saniye öncesinden sevinirmek senin elindedir. Golü atamazsan saç baş yoldurursun ve sonraki gün tüm insanlar sokakta senin kaçırdığın golü konuşur fakat bu golleri atarsan gol kralı olursun. Bunun iyi veya kötü manadaki en güzel örneği Güiza'dır, attığı zaman La Liga gol kralıydı kaçırdığı zaman ise bugünkü Güiza halini aldı. Ama bu golleri her zaman atarsan efsane bir deha yani RONALDO olursun.

Her şeyi geçtim; en güzel gol, boş kaleye atılan goldür.