4 Mart 2011 Cuma

AKMAREUL BOATDA (I SAW THE DEVIL)



İzlediğim en güzel filmlerin beşiği; Güney Kore. Arkadaş; bu adamlar yazıyor ve oynuyor. IMDB'de an itibariyle puanı 8.0 olan ve sinemalarda gösterime yeni giren filmin yönetmeni A Tale of Sister (2003) ve A Bittersweet Llife (2005) filmlerinden tanıdığımız dahi yönetmen Ji-Woon Kim. (bu arada yönetmeni olduğu 1998 yapımı The Quite Family filmi pek bilinmez buradan hemen önereyim sizlere) Filmin başrol oyuncuları ise Oldboy amcamız Min-sik Choi ve A Bittersweet Life'ta şiir gibi oynayan Lee Byung Hun. Neyse efendim bu sikli isimleri bi kenara bırakırsak, filmin konusuna şöyle bi giriş yapalım.

Filmin en başı gerçekten oldukça başarılı. Ön sevişme yapmadan konuya giren filmimiz genç ve güzel kadınları bulup onlara tecavüz ederek, bedenlerini parçalayan psikopat bir seri katili anlatıyor. -Bu arada filmde psikopat bir seri katili oynayan Oldboy amcamız gerçekten döktürüyor- Bir gün yine rutin kesme, doğrama ve parçalama işlerini yaparken uçsuz bucaksız bir tarla da en son öldürdüğü kadının parçası bulunuyor. Sonra ise dedektifler tarafından araştırılıp, kadının kimliği tespit ediliyor. Kadının Güney Kore gizli servisinde çalışan bir ajanımızın nişanlısı olduğu ortaya çıkınca filme heyecan geliyor. Buradan sonra ajanımız çektiği acının daha fazlasını çektireceğine and içiyor, intikama yemini içiyor ve seri katilimizi bulmayı hedefliyor. Film aslıda bu sahnede sağ gösterip sol vuruyor, çünkü film boyunca adamı arayacağını sanıyorsunuz ama katil kolay bulunuyor. Ajanımız seri katili tam iş başındayken yakalıyor ve bir güzel dövüyor. Fakat öldürmüyor, çünkü katilimizin acı çekmesini istiyor. Ve baygınken yedirdiği ufak bir çiple artık izini sürmeye başlıyor. Seri katilimiz her tecavüz öncesinde intikam arayan ajan tarafından bulunup eşek sudan gelinceye kadar dövlüyor.

Filmin sonlarına doğru yaklaşırken Bizzet'in Habenera'sını Maria Callas'tan dinleyerek bir öldürme girişimi izliyoruz ve  başından beri gittikçe artan şiddet sahnelerinin doruğa ulaştığını görüyoruz. --- Bu arada bi parantez açmak gerekirse bu filmi yüksek dozda şiddet içerdiği için eleştirenlerin ben sinema bilgisinden şüphe ederim. Arkadaş tamam, şiddet içerebilir ama daha vahşileri, daha kanlıları, daha insanlık dışı olanları var ulan. "Cannibal Holocaust"  ya da "Salo o le 120 Giornate di Sodoma" filmlerini hiç mi izlemedin? Film gerçekten sert ve kanlı bi film, kabul ediyorum. Ama her sert filme "aşırı şiddet içeriyor bıy bıy bıy" diyerek eleştiri sunamazsınız. Üstelik filmin her noktasındaki şiddet gerçekten Oldboy'un sonundaki gibi aşırıya kaçmamış ve sindirilebilir, mantıklı bir şekilde doruk noktasına ulaşmış. ----

Filmin son bölümünde, film sırf felsefeye girebilmek adına bitmesi gereken yerde bitmemiş. Bence seri katilimiz polise teslim olduğu zaman film bitmeli ve son sahnedeki felsefe içeren göndermeler yapılmamalıydı fakat yönetmen burada kendi fikirlerini ortaya çıkarmak adına filmi uzatmış ve çarpıcı son sahnesi ile yine de "helal olsun amına koyim ya ne film yapmışlar" dedirtmeyi başarmış.

Filme geritilebilecek en büyük eleştiri az önce dediğim gibi gereksiz yere uzatılmış olması; fakat bu noktayı filmin son sahnesi kurtarıyor. Filme getirilecek en son eleştiri ise klişelerle dolu olması. Bu eleştiri için "İntikam filmlerinin babası Güney Koreliler amına koyim neyin klişesinden bahsediyorsunuz, adamlar sonuna kadar kullanırlar" fikrimi her türlü savunmaya hazırım. Çünkü çektikleri bir intikam filmi başka bir intikam filmine benzemiyor. Hepsi kendi içinde özgün ve güzel anlatımlara sahip.

Bir de eklemek gerekirse film bana Dexter'ın efsanevi 4.sezonunu andırdı. Belki senaryo bir şekilde Dexter'dan etkilenmiş olabilir ve yahut 4. sezonun özellikle son bölümünden ilham almış olabilir.

Özet geçecek piç olarak şunu söylemem gerekirse en az 2 defa izlenilmesi gereken filmlerin başında geliyor. Görüntü, kurgu, anlatım ve üst düzey oyunculukları sebebiyle kaçırılmaması gereken film.

10\8

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder